Kahvenin tarihsel gelişimi oldukça eskiye dayanmaktadır. İlk izlerine Abyssinia’nın (Etiyopya) dağlık eteklerinde rastlanmıştır. Yabani ortamlarda büyüdüğü zaman boyunun yaklaşık 10 metreye kadar uzadığı söylenir. Buralarda yaşayan göçebe kabilelerin daha 10. Yüzyılda kahveyi keşfedip bundan elde ettikleri meyve çekirdeklerini yulaf lapası için kullandıkları bilinmektedir.
Bundan sonra 13. ve 14. yüzyıllarda kahve Kızıl deniz çevresini dolaşarak Arabistan’a gelir ve bu zaman dan itibaren kahve ile ilgili sınırsız hikayeler anlatılmaya başlanır. Bunlardan ilki aynı zamanda kahveye ismini de veren Habeşistan’daki Kaffa yöresine aittir. Buna göre; Yörede kahve ağacı kendiliğinden yetişmiş ve Şazili tarikatının kurucusu Ebu’l Şazeli tarafından Yemen’e götürülüp yetiştirilmeye başlanmış. Katip Çelebi’nin anlattığı diğer bir rivayete göre; Her yolculuğu sırasında Şazeli, müridleriyle daldığı uzun sohbetlerde kahve çekirdeklerini kaynatarak içmiş ve böylece uyanık kalarak sohbetlerini sabahlara kadar sürdürmüş. cezayir’de kahveye bu şahsın adından dolayı “Şaziliye” denmekteydi.
Üçüncü ve en ilginç olan hikaye ise; Keçilerini otlatan çoban Kaldi ile ilgili. Bilmedikleri bir ağacın çekirdeklerini yiyen hayvanların birden bire canlandıklarını gören Kaldi şaşırmış ve kendisi de denemiş ve aynı etki ile miskinlikten kurtulduğunu hissetmiş.
Topladığı meyveleri en yakın manastırdaki keşişlere götürmüş ve onlar da bundan oldukça memnun olmuşlar. Çünkü Tanrı’ya dua ederken saatlerce dayanabilmelerine bu içecek olanak sağlıyormuş. Böylece İslam aleminde kahvenin büyüsü insandan insana, şehirden şehire ve yüzyıllar ötesine kadar yayılmış.
Arapça’da bütün keyif veren içeceklere “Qahwah” adının verildiği ve kahve de keyif veren bir içecek olduğundan dolayı ona bu adın verilmesi diğer bir bilgidir.
Kahvenin Avrupa ile tanışması da oldukça ilginçtir. Habeşistan Valisi Özdemir Paşa, Osmanlı hükümdarı kanuni Sultan Süleyman’a şükranlarını sunmak için kahve çekirdekleri gönderir. O zamanlar kahve elmas kadar değerli olduğundan bu hediye padişahın çok hoşuna gider. Hatta sarayda padişaha bağlı kahvecibaşı teşkilatı kurulur ve kahve törensel sunumlarla tarih içindeki yerini alır. Daha sonra bağnaz din adamlarının “Kahve bağımlılık yapıyor, dinen sakıncalı…” gibi yaptıkları provokasyonlar kahvenin Osmanlı topraklarında yasaklanmasına yol açar. 1630 yılında Osmanlı’dan kalkan bir geminin Venedik’e ulaşması ile Avrupa kahve ile tanışmış olur ve sırayla kahvenin ünü İtalya, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda ve Almanya’ya ulaşır. Sadece Paris’te 1689’da 250 tane cafe’nin olduğu bilinmektedir.